Vaktinize Değen Filmler

Marcel Marceau, sahne sanatlarının başarılı bir temsilcisi olarak tanınan bir figürdür. Gösterdiği performanslarla izleyicilerin büyük beğenisini kazanan Marceau, hayatında yalnızca bu alanda değil, başka önemli bir mücadelede de yer alacağını fark eder. Nazi işgali altındaki Fransa’da, sorumluluk alma gerekliliğini hisseden Marceau, bir Fransız Direnişçisi olarak sanatını bir kenara bırakıp, daha büyük bir amaç için savaşmaya karar verir. Ülkesinin zor günler geçirdiği bu dönemde, hayallerini geride bırakma kararı alan Marceau, on binlerce yetimin hayatını kurtarmak için tehlikeli bir yolculuğa çıkmaya hazırdır. Her türlü riski göze alarak, bu Yahudi çocukları Alpler üzerinden İsviçre’ye güvenli bir şekilde ulaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Marceau’nun bu cesur girişimi, onun sadece bir sanatçı değil, aynı zamanda bir kahraman olduğunu da gözler önüne serer.

Mank, 1941 yılında çekilen ve bazıları tarafından sinema tarihinin en iyi filmi olarak kabul edilen Citizen Kane'in senaristlerinden biri olan Herman Mankiewicz'i merkezine alıyor. Mankiewicz, alkol bağımlılığı ile başa çıkmaya çalışırken, bir trafik kazası sonucu bacağından yaralanmış bir adamdır. Bu zorlu süreçte hayatına devam etme motivasyonu ise yazma tutkusudur. Mankiewicz, yaşadığı sıkıntıları yazıya dökerek aşmaya çalışırken, henüz farkında olmadan gelecekte büyük bir ilgi görecek olan Citizen Kane senaryosunu da kaleme almıştır. Film, Mankiewicz'in hayatındaki bu zorlu dönemleri ve yazma sürecini derinlemesine inceliyor. Alkol bağımlılığı ve fiziksel yaralanmalarla mücadele eden Mank, yazmanın kendisi için bir tür kurtuluş yolu olduğunu keşfeder. Bu süreçte, yaratıcı enerjisini ortaya koyarak, sinema dünyasında iz bırakacak eserler üretmeye başlar. Mankiewicz'in hayatı, yazma tutkusunun ve sanatsal yaratıcılığının, zorluklarla dolu bir yaşamda nasıl bir ışık kaynağı olabileceğini gösteriyor.

2 Aralık 1993 tarihinde, güvenlik güçleri tarafından takip edilirken hayatını kaybeden Pablo Escobar, kuşkusuz dünya tarihinin en etkili figürlerinden biriydi. Escobar’ın Kolombiya'da başlayarak tüm dünyaya yayılan kokain imparatorluğu, onu dönemin en zengin insanlarından biri haline getirmişti. Yüzlerce kişinin ölümünde rol oynayan Escobar, hem polis düşmanı hem de sıradan vatandaşlar arasında farklı algılara sahipti. Ancak, ülkesine ve şehrine yaptığı yardımlarla, o dönemde pek çok kişi tarafından sevilen bir karakter haline gelmişti. Kısa bir süre için Kolombiya'daki siyasi kariyeri, belki de farkında olmadan, suç baronunun sonunu hazırlayacaktı. Pablo Escobar, Kolombiya'nın karanlık dönemlerinden birinde yükselerek, hem korku hem de hayranlık uyandıran bir figür haline geldi. Kokain ticaretindeki başarısı, onu sadece zengin değil, aynı zamanda güçlü bir adam da yaptı. Ancak, bu güç ve zenginlik, beraberinde birçok trajedi ve kayıpları da getirdi. Escobar’ın etkisi, sadece suç dünyasıyla sınırlı kalmayıp, toplumsal yapıyı da derinden etkiledi. Onun varlığı, Kolombiya'da hem bir tehdit hem de bir umut simgesi haline geldi. Siyasi kariyeri, Escobar’ın hayatındaki en çalkantılı dönemlerden birini oluşturdu. Kısa süreliğine de olsa, Kolombiya'daki politikaya girmesi, onun için beklenmedik sonuçlar doğuracaktı. Bu süreç, hem destekçileri hem de düşmanları arasında büyük bir gerginlik yarattı. Escobar, suç dünyasındaki gücünü siyasi arenada da kullanmaya çalıştı, ancak bu durum, onun sonunu getiren olayların fitilini ateşleyecekti.

Film, II. Dünya Savaşı sırasında gerçekleşen bir bombalama operasyonunun yanlış hedeflenmesi sonucu, içinde çocukların bulunduğu bir okulun vurulmasını ve bu trajik olayın Kopenhag üzerindeki etkilerini ele alıyor. İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri, Kopenhag’daki Gestapo karargahını bombalamak amacıyla bir operasyon düzenlemeye karar verdi. Hızla hayata geçirilmesi planlanan bu operasyon, 21 Mart 1945 tarihinde İngiltere’den havalanan bir bombardıman uçağının, hedef yerine yanlışlıkla çocukların bulunduğu bir okulu bombalamasıyla sonuçlandı. Bu olay, 86’sı çocuk olmak üzere 120’den fazla kişinin hayatını kaybetmesine yol açtı ve beraberinde ölümcül sonuçlar getirdi. Bu trajik hata, savaşın acımasız yüzünü bir kez daha gözler önüne serdi. Kopenhag’da yaşanan bu olay, sadece kayıplarla değil, aynı zamanda toplumda derin bir travma ve infiale neden oldu. Savaşın getirdiği yıkımın yanı sıra, masum insanların hedef alınması, savaşın ahlaki boyutunu sorgulatmaya başladı. Bu durum, Kopenhag halkının savaş karşısındaki duruşunu ve savaşın sonuçlarına dair düşüncelerini derinden etkiledi.

Meksikalı film yapımcısı Sebastian ile İspanyol yönetmen Costa, Kristof Kolomb’un keşiflerini ve bunun İspanyol otoritesine olan etkilerini sinemaya aktarmak amacıyla Bolivya’nın Cochabamba kentine doğru yola çıkarlar. Film için sınırlı bir bütçeye sahip olan Costa, Bolivya’yı Güney Amerika’nın en yoksul ülkesi olarak seçmiştir. Bu süreçte, ülkedeki işçilerin düşük ücretlerle ve sağlıksız koşullarda çalıştıklarına tanık olur. Sebastian’ın film çekmek için geldiği bu yerde, ardı arkası kesilmeyen olaylar yaşanırken, yerel halk su için mücadele etmeye başlayacaktır. Bu durum, film ekibinin projelerini gerçekleştirmesini zorlaştırırken, aynı zamanda bölgedeki sosyal adaletsizlikleri de gözler önüne serer.

Film, 1950'li yıllarda resim yapan ve kendine özgü büyük gözlü çocuk tablolarıyla tanınan Amerikalı sanatçı Margaret Keane'in yaşamını ele alıyor. Margaret'in eşi Walter Keane, bir gün karısının eşsiz yeteneğini fark ettiğinde, onu kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmaya karar verir. Walter, Margaret'in yarattığı eserleri kendi adıyla satmaya başlayarak hızla büyük bir ün ve maddi kazanç elde eder, bu durum ise Margaret'i çaresiz bir duruma sürükler. Gün geçtikçe bu durumu kabullenemeyen Margaret, sonunda kocasının kendisi üzerindeki baskısına karşı durmaya karar verir ve ona karşı büyük bir mücadele başlatır. Margaret, kendi sanatını ve kimliğini savunmak için savaşırken, Walter'ın manipülasyonlarına karşı koyma kararlılığıyla dolup taşar. Bu süreçte, Margaret'in içsel gücü ve sanatı üzerindeki hak iddiası, izleyicilere ilham verici bir hikaye sunar.

20. yüzyılın başlarında, kadınların seçme ve seçilme hakları için verdikleri mücadele sırasında, Maud Watts adında bir kadın çamaşırhanede çalışarak hayatını idame ettirmektedir. Bir gün, iş arkadaşı Violet Miller ile birlikte kadınların hakları için düzenlenen bir eyleme katılan Maud, bu protesto sırasında yakalanır ve bir hafta boyunca gözaltında tutulur. Bu süre zarfında, kendisi gibi bir aktivist olan Emily Davison ile tanışan Maud, kısa sürede onunla yakın bir dostluk kurar ve ikili, tüm kadınlara yönelik haksızlıklara karşı birlikte mücadele etmeye karar verirler.

Film, 1868 yılında dünyaya gelen ve 1944 yılında hayata veda eden Florence Foster Jenkins’in gerçek yaşam öyküsünü ele alıyor. Döneminin en zengin kadınlarından biri olarak bilinen Florence Foster Jenkins, aynı zamanda müziğe olan derin tutkusu ile de dikkat çekiyordu. Kendi müzik salonuna sahip olan Jenkins, bir gün aniden opera sanatçısı olma kararı alır. Ancak, Jenkins’in sesi oldukça rahatsız edici olduğu gibi nota bilgisi de pek yeterli değildir. Tüm bu zorluklara rağmen, eşi St. Clair Bayfield ve piyanisti Cosme McMoon, bu süreçte ona destek olmaya devam eder.