Tekrar Tekrar İzlemekten Bıkmayacağınız Türk Filmleri

Zamansız ve mekansız bir anlatımla karşı karşıyayız. Yekten evlerinin bulunduğu bir köyde, köy köy dolaşan bir seyyah olan Zekeriya'nın gelişiyle hikaye başlar. Zekeriya'nın varlığı, köye gizemler taşır ve bu gizemler, geri dönüşü olmayan bir değişim sürecini tetikler. Zekeriya'nın anlattığı hikayeler, köydeki çocukların hayal dünyalarını büyülemeye başlar. İbrahim adında bir haberci etrafında dönen öyküler, dinleyicilerin hayal gücünü harekete geçirir ve onlara sıradan yaşamlarının ötesinde bir evren sunar. Zekeriya, hikayeleriyle çocukların hayal güçlerini beslerken, köydeki yaşam da yavaş yavaş değişim göstermeye başlar. Köydeki gündelik yaşamın dışındaki olaylar, sırların gün yüzüne çıkmasıyla birlikte kendini göstermeye başlar. Bu gizemlerin açığa çıkması, köyde geri dönülmez bir dönüşüm yaratır. Zekeriya'nın hikayeleri, sadece çocukların hayal gücünü değil, aynı zamanda köydeki tüm yaşamı etkileyen bir dalga yaratır. Sıradan hayatın ötesinde, köydeki herkesin hayatında iz bırakan bu değişim, Zekeriya'nın getirdiği sırlarla birlikte derinleşir.

Kaan ve Mete, 1990'ların ortalarında popülerlik kazanan bir radyo programının dinamik sunucularıydı. Programları, kısa sürede geniş bir dinleyici kitlesi oluşturdu ve İstanbul sosyetesinin gözdesi haline geldi. Tartışmalı bir radyo programının sunucuları olarak sürekli gündemde kalmayı başardılar. Yeni elde ettikleri ünlülüğü günlük yaşamlarıyla dengelemekte zorlandılar. Programları, siyasetten kişisel konulara kadar her türlü görüş için bir platform sunarak dinleyicilerinin taleplerine yanıt vermekte zorlandılar. Kaan, karşılaştıkları zorluklara rağmen hayallerindeki kadın Zeynep'i bulmayı başardı. Kaan ve Mete, gördükleri ilgi karşısında hazırlıksızdılar. Radyo şovları, kültürel bir fenomen haline geldi ve aniden ilginin merkezine yerleştiler.

Türkiye'nin doğusundaki uzak bir devriye karakolunda, küçük bir asker grubu ciddi bir tehdit ile yüz yüze gelmiştir. Bu dönem, Türk Ordusu ile bölücü militan örgüt PKK arasındaki çatışmaların en yoğun yaşandığı bir süreçtir. Geniş kapsamlı bir sınır ötesi operasyonun başlamasıyla birlikte, telsiz aktarma istasyonunun bulunduğu Karabal Jandarma Karakolu'nun stratejik önemi artmıştır. Zira harekâta katılan birimler arasındaki iletişim, artık bu aktarma istasyonu üzerinden sağlanacaktır. Güneydoğu'da Irak sınırına yakın bir ilçede konuşlanan Komando Tugayı'nda görevli Yüzbaşı ve askerleri, yoğun kar ve tipiyle mücadele ederek iki gün süren zorlu bir yolculuğun ardından nihayet karakola ulaşmayı başarmıştır.

1993 yılında Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde geçen "Nefes - Yer Eksi İki" adlı film, birbirine paralel giden hikâyeleriyle üç farklı karakteri merkezine alıyor. Filmin ana karakteri olan Tayfun Yüzbaşı, iki bin metre yükseklikteki bir karakolun komutanıdır. Tayfun Yüzbaşı, tatlı sert bir liderlik tarzı, pratik zekâsı ve adil tutumuyla hem astları hem de üstleri tarafından takdir edilen bir figürdür. Onun en büyük hedefi, zorlu coğrafyayı herkes için güvenli bir hale getirmektir. Bu hedef doğrultusunda, Tayfun Yüzbaşı, disiplinli bir yönetim anlayışıyla karakolun işleyişini sürdürmektedir. Zira, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin zorlu iklim koşulları, güvenlik önlemlerinin son derece önemli olmasını gerektirmektedir. Film, Tayfun Yüzbaşı'nın liderliğinde, karakoldaki askerlerin ve yerel halkın yaşamlarını etkileyen olayları ele alıyor. Zorlu doğa şartları ve güvenlik tehditleri, karakterlerin dayanışma ve cesaret sergilemesini sağlarken, aynı zamanda insan ilişkilerinin derinliğini de gözler önüne seriyor. Tayfun Yüzbaşı'nın kararlılığı ve adalet anlayışı, hem askerler hem de bölge halkı için bir umut kaynağı haline geliyor. Bu bağlamda, film, sadece bir savaş hikâyesi değil, aynı zamanda insanlık hali ve dayanışma üzerine de derin bir anlatım sunuyor. "Nefes - Yer Eksi İki", izleyicilere zorlu koşullar altında insan ruhunun direncini ve dayanışmanın önemini vurgulayan etkileyici bir yapım olarak öne çıkıyor. Tayfun Yüzbaşı'nın karakteri, izleyicilere liderlik, sorumluluk ve adaletin ne denli önemli olduğunu hatırlatırken, aynı zamanda insan ilişkilerinin karmaşıklığını da gözler önüne seriyor. Bu film, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin zorlu coğrafyasında geçen bir hikâye olmanın ötesinde, evrensel temalarla dolu bir anlatım sunuyor.

Vural'ın yaşamı, kendisine ağır bir sıradanlıkla damgasını vurmuştur. Dindar bir ailede dünyaya gelmiş ve bu değerleri hayatı boyunca benimsemiştir. Küçük oğluna sevgi dolu bir baba, ailesinin geçimini sağlayan sorumluluk sahibi bir eş ve hasta babasına şefkatle bakan bir evlat olarak Vural, doğru bir yaşam sürme çabası içindedir. Gerçekten de, ailesinin geleneklerini büyük bir istekle yaşatmakta, oğluna her daim inanç ve ahlak dersleri vermektedir. Ancak Vural'ın dışarıdan bakıldığında sıradan görünen yaşamında, inancının küçük bir ihlali olan gizli bir ilişki bulunmaktadır. İstanbul'daki Amerikan Konsolosluğu yakınlarındaki bir fotoğraf dükkanına sık sık giden Sonay adında genç bir kadınla bir bağı vardır. Bu ilişki, Vural'ın hayatındaki sıradanlığın ardında yatan karmaşık duyguları ve çatışmaları ortaya koymaktadır. Vural, dışarıdan bakıldığında mükemmel bir aile babası gibi görünse de, içsel bir çatışma yaşamaktadır. Bu durum, onun inançlarıyla olan bağını sorgulamasına neden olurken, aynı zamanda hayatındaki bu gizli ilişkiyi sürdürme isteğiyle de çelişmektedir.

İstanbul'da, halk arasında büyük bir panik ve kargaşaya yol açan bir dizi terör saldırısı gerçekleşir. Yöneticilerin kaçırılması, bir gazetecinin aracının patlatılması gibi olaylar, yetkililerin failleri bulma ve yeni saldırıları engelleme çabalarını zorlaştırırken, şehir yüksek güvenlik alarmına geçer. Fırat Baran adındaki aşırı görüşlü bir polis memurunun bir teröristi sorgulaması, saldırıların arkasındaki liderin yalnızca Deccal olarak bilinen karanlık bir figür olduğunu ortaya çıkarmasıyla durum daha da karmaşık hale gelir. Deccal'in, Hacı Gümüş takma adıyla New York'ta yaşadığına dair bilgiler vardır. Deccal'in Amerika'da yakalandığına dair haberler geldiğinde, Türk yetkilileri hemen en başarılı iki polis memurunu görevlendirerek Deccal'i Türkiye'ye geri getirmek için harekete geçerler. Amaç, bu karanlık figürün adaletle yüzleşmesini sağlamak ve İstanbul'daki terör tehdidini ortadan kaldırmaktır.

Sadık, toplumsal normlara karşı durmayı seçen ve üniversite yılları boyunca siyasi aktivizme yönelen genç bir adamdı. 1970'lerde babasının ziraat mühendisi olmasını ve bir Ege köyündeki aile çiftliğini devralmasını beklerken, o sol görüşlü bir gazeteci olmayı tercih etti. Ancak Sadık'ın hayatı, 12 Eylül 1980'de acımasız bir askeri darbenin ülkeyi sarmasıyla trajik bir döneme girdi. Bu süreçte, tek çocukları Deniz'i dünyaya getirirken eşinin tıbbi hizmetlere ulaşımını sağlayamadı. Ne yazık ki, karısı doğum sırasında hayatını kaybetti ve onu küçük oğlunu tek başına büyütme sorumluluğuyla baş başa bıraktı.

Eflatun, istisnai minyatür resimleriyle tanınan son derece yetenekli bir sanatçıdır. Hayatını zanaatını mükemmelleştirmeye adamış ve 17. yüzyıl İstanbul'unda sanatının zirvesine ulaşmıştır. Bir gün, hiçbir gerekçe gösterilmeden zorla vezir konağına götürülür. Burada, Osmanlı şehzadelerinden Danyal'ın bir isyan çıkardığını ve uzak bir eyalette esir alındığını öğrenir. Genç şehzade, yakında idam edilecektir; ancak bu gerçekleşmeden önce yetkililerin kimliğini doğrulaması gerekmektedir. Eflatun, infazdan önce asi prensin gerçek kimliğinin tespit edilmesi için Batı tarzında bir portre yapması yönünde görevlendirilir. Bu kadar tehlikeli bir görevi üstlenmekte tereddüt etse de, sanatçı olarak sahip olduğu eşsiz yeteneklerin genç prensin hayatını kurtarmada belirleyici olabileceğini bildiği için bu teklifi kabul eder.

Emekli ağır ceza mahkemesi hakimi Sezgin, hayatını adaletin peşinde koşmaya adamış bir insandı. Yargıçlık kariyeri boyunca yasaların korunması ve suçluların cezalandırılması için elinden geleni yapmıştı. Ancak, çok sevdiği kızı Belgin'in cinayete kurban gitmesi ve damadı İlker'in beraat etmesiyle her şey altüst oldu. Sezgin, ailesinin bir parçası olarak kabul ettiği İlker'in böyle bir suça karışabileceğine bir türlü inanamadı. Mahkeme onu masum bulsa da, içten içe damadının suçlu olduğuna dair bir his taşıyordu. Bu durum, Sezgin'in adalet ve hukuka olan inancını sarsmış ve mesleğini bırakmasına neden olmuştur. Kayıplarının getirdiği acı ve hüzünden kurtulmak için Sezgin, memleketini terk etmeye ve küçük bir sahil kasabasına yerleşmeye karar verdi. Bu yeni yaşam, ona geçmişin izlerinden uzaklaşma ve kendini yeniden bulma fırsatı sunacaktı. Sezgin, yeni bir başlangıç arayışında, adaletin peşinden koştuğu günlerin hatıralarını geride bırakmayı umuyordu.

Efsanevi bir figür olan Haydut Baran, cesur maceraları ve kurnaz soygunlarıyla tanınmaktadır. 35 yıl boyunca parmaklıklar ardında hapis yattıktan sonra nihayet özgürlüğüne kavuştu. Hapishane kapısından adım attığında, yokluğunda dünyanın ne denli değiştiğine tanıklık etmekte zorlandı. Ancak, en büyük şokunu, çok sevdiği memleketinin yeni bir baraj inşaatı nedeniyle tamamen sular altında kaldığını öğrendiğinde yaşadı. Bu yeni dünyayı anlamaya ve başına gelen haksızlıklar için adalet arayışına girmeye kararlı olan Baran, özgürlüğünün tadını çıkarmak için hareketli ve büyüyen metropol İstanbul’a doğru yola koyuldu. Baran’ın yolculuğundaki birincil hedefi, ona ihanet eden eski en iyi arkadaşından intikam almaktı. Bu kişi, Baran’ın yokluğunda onu ispiyonlayarak sevgilisi Keje’yi çalmıştı. Baran, geçmişte yaşadığı bu haksızlıkların bedelini ödetmek için kararlılıkla ilerlemeye başladı.

Ruhi, ailesinin geçimini sağlamak için durmaksızın çalışan, hayatını işine adamış bir demiryolu işçisidir. Emekliliğine yaklaşırken, hayalini kurduğu bir evi elde etme arzusu vardır; bu evde sevdikleriyle huzur dolu günler geçirmek istemektedir. Ancak Ruhi'nin kızı Esra ve oğlu Önder'in kendi hayalleri ve hedefleri bulunmaktadır ve bu durum, babalarının planlarıyla çelişebilir. Masum niyetlerle aldıkları kararlar, onları beklenmedik bir yolculuğa sürükleyebilir ve öngörülemeyen sonuçlar doğurabilir. Hayatın karmaşası ve sürprizleri arasında ilerlerken, Ruhi ve çocukları, kaderin onlara sunduğu farklı planların olduğunu, kendi hayal ettiklerinden çok başka yolların açıldığını keşfedecekler. Bu süreçte, aile bağlarının ve bireysel arzuların nasıl çatışabileceğini anlamaya başlayacaklar.

İstanbul'un kalabalık ve hareketli caddelerinde, üç yabancının bir çantayı bulma çabası etrafında dönen bir hikaye anlatılmakta. İçinde ne olduğu bilinmeyen bu çantanın değeri oldukça yüksek gibi görünüyor; zira onu ele geçirmek isteyenlerin sayısı da bir o kadar fazla. Peki, bu çanta neden tam da bu üç yabancının yoluna çıktı? Belki de bu, şansın bir oyunu ya da dua edenlerin dileklerinin gerçekleşmesiyle ilgili bir durumdur. Ya da her şey, önceden tasarlanmış bir planın parçası olabilir. Belki de tüm bu olasılıklar bir arada geçerlidir. Her biri farklı geçmişlere sahip olan bu üç yabancı, İstanbul'un karmaşık sokaklarında kaybolmuş durumdadır. Bu üç kişinin yolları, çantanın peşinde kesişmiştir. Her biri, kendi hayatında farklı zorluklarla mücadele eden, farklı hayalleri olan bireylerdir. Ancak, bu çantanın peşinde koşarken, birbirleriyle olan etkileşimleri ve yaşadıkları olaylar, onları beklenmedik bir şekilde bir araya getirecektir. İstanbul'un dinamik atmosferi, bu yabancıların hikayelerini iç içe geçirirken, aynı zamanda onları kendi içsel yolculuklarına da yönlendirecektir. Çantanın içindeki değerli nesneler, sadece maddi bir kazanç değil, aynı zamanda her birinin hayatında bir dönüm noktası olma potansiyeline sahiptir. Bu durum, onları daha da hırslı ve kararlı hale getirirken, aynı zamanda birbirleriyle olan ilişkilerini de sorgulamalarına neden olacaktır. İstanbul'un sokakları, bu üç yabancının hikayesinin sahnesi olurken, aynı zamanda onların içsel çatışmalarını ve arayışlarını da yansıtır.

Türkiye'de bir devrim olursa, bu sorunun birçok kişi tarafından gündeme getirildiği bir gerçek. "Devrimden Sonra" adlı film, Türkiye'deki sosyalist devrimin hemen ardından sıradan insanların günlük yaşamlarına dair düşündürücü bir bakış açısı sunuyor. Devrimin işçi sınıfı, gençler ve emekliler üzerindeki etkilerini ve bu grupların yaşayabileceği değişimleri derinlemesine inceliyor. Film, uzun zamandır hayal edilen fakat bir türlü hayata geçirilemeyen bir Türkiye tasviri yapıyor. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin herkes için ücretsiz olduğu, paranın sistemin yozlaşmasına neden olmadığı, işsizliğin sürekli bir endişe kaynağı haline gelmediği ve gençlerin emperyalist örgütlere katılmaya zorlanmadığı bir ülke tasvir ediliyor. "Devrimden Sonra", daha farklı ve daha özgün bir Türkiye'nin nasıl olabileceğine dair ikna edici bir vizyon sunuyor. Film, devrim sonrası dönemde insanların yaşamlarının nasıl şekilleneceğini sorgularken, toplumsal adaletin ve eşitliğin sağlandığı bir ortamda bireylerin nasıl bir yaşam sürdürebileceğini gözler önüne seriyor. Eğitim sisteminin herkes için erişilebilir hale gelmesi, sağlık hizmetlerinin ücretsiz sunulması gibi unsurlar, toplumun her kesiminin yaşam kalitesini artırmayı vaat ediyor. İşsizlik korkusunun ortadan kalkması, bireylerin daha özgür ve yaratıcı bir şekilde yaşamlarını sürdürmelerine olanak tanıyor. Gençlerin, emperyalist güçlerin etkisi altında kalmadan kendi potansiyellerini keşfetmeleri, bu yeni Türkiye'nin en önemli kazanımlarından biri olarak öne çıkıyor. "Devrimden Sonra", izleyicilere daha adil ve eşitlikçi bir toplumun mümkün olduğunu gösterirken, aynı zamanda bu değişimlerin nasıl gerçekleşebileceğine dair umut verici bir perspektif sunuyor. Film, devrim sonrası dönemdeki sosyal, ekonomik ve kültürel dönüşümleri ele alarak, izleyicilerin hayal gücünü harekete geçiriyor. Bu yeni Türkiye'nin, bireylerin özgürlüklerini ve haklarını güvence altına alan bir yapı ile inşa edileceği mesajını veriyor. Sonuç olarak, "Devrimden Sonra", daha iyi bir geleceğin hayalini kuranlar için ilham verici bir yol haritası sunuyor.

Büyükbaba, son anlarını yaşarken doğduğu toprakları görme arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Ne yazık ki, o ve ailesi daha yedi yaşındayken yaşanan mübadele nedeniyle Girit'ten ayrılmak zorunda kalmış ve acımasızca vatanlarından koparılmışlardı. Dede, memleketindeki anılarını yaşatmak için, bir gün sevdiği vatanının kıyısına ulaşacakları umuduyla, içi dolu mektuplarla şişeleri sık sık Ege Denizi'ne bırakıyordu. Bu sırada, Ege'de küçük bir sahil kasabasında yaşayan 10 yaşındaki Ozan, Girit göçmeni olan dedesi Mehmet Bey yüzünden arkadaşları tarafından alay konusu olmuştu. Arkadaşları ona "gavur" diyerek dalga geçiyorlardı. İşte bu noktada olaylar zinciri başlamıştı.

Süha, üniversitede araştırma görevlisi olarak görev yapan bir gençtir. Bir gece, yağmurun altında yaşanan bir karmaşa sırasında, arabası mezarlık duvarına çarparak bir kaza geçirir. Kendine geldiğinde, mezarların arasında bulur kendini. Önündeki boş mezarın gizemiyle dolu bir dönemden çıkarak, kendi geçmişine doğru bir yolculuğa çıkar. Bu süreçte, boş mezarın sahibi olması gereken Alevi genci İsmail, Süha'nın rehberi olur. İsmail, Süha'ya ayna tutarak, onun gençliğinin geçtiği Türkiye'nin yakın geçmişine, 1970'lerin sonlarına ve 12 Eylül Darbesi sonrası döneme geri dönmelerine yardımcı olur. Filmin senaryosu, ünlü yazar Ahmet Ümit'in aynı isimli eserinden Ersan Arsever tarafından kaleme alınmıştır.

Nazmi, eşi Çiçek ve kızları Mevsim, uzun yıllardır Almanya'da yaşamaktadır. Ancak, Nazmi'nin Çiçek'e karşı sürekli olarak uyguladığı şiddet, ailelerini zor bir duruma sokmuştur. Devlet, Çiçek ve Mevsim'i koruma altına alarak onlara güvenli bir ortam sağlamıştır. Çiçek, bu yeni yaşamında yakın arkadaşı Esra ile birlikte bir eve taşınarak yeni bir hayat kurmaya çalışmaktadır. Fakat bir gün, Asaf adında bir taksi şoförüyle tanışmaları, hayatlarını köklü bir şekilde değiştirecektir. Asaf, samimi ve nazik tavırlarıyla ailenin yaşamına neşe katarken, Çiçek ve Mevsim'in ona olan güveni de giderek artar. Birlikte geçirdikleri zamanlar, onların hayatında olumlu bir etki yaratır. Bu süreçte, Nazmi şiddet uygulamaktan vazgeçer ve aile içindeki ilişkilerdeki gerginlikler azalır.

Cezaevleri, insanlık onuruna aykırı koşullarıyla tanınmaktadır ve bu durum, özellikle genç mahkumlar için daha da belirgindir. Ankara'daki bir Merkez Cezaevi'nde, kadın ve erkek adli ve siyasi tutuklularla birlikte çocuklar da yer almakta; çocuk koğuşunda ise bu gençler adeta köle muamelesi görmektedir. Dördüncü koğuşun çocukları, dayanılmaz bir sefalet içinde yaşamaktadır. Hücreleri kırık camlarla dolup taşarken, hırsızlar ve katiller koridorlarda serbestçe dolaşmakta; terkedilmiş ve sürgün edilmiş çocuklar bu korkunç duruma katlanmak zorunda kalmaktadır. Tek umutları ve özlemleri, parmaklıklı pencerelerinden görebildikleri ince, hilal şeklindeki ay olmaktadır. Ayın ilk görüldüğü gün, dua edip bir dilek tutarak Allah’ın dileklerini yerine getireceğine inanırlar.

Küçük bir kasabada yaşayan Celal, mutsuz bir aile hayatının içinde sıkışıp kalmıştır. Sevilay ile evli ve bir çocuk babası olan Celal, eşiyle olan ilişkilerinin gerginliğiyle başa çıkmaya çalışmaktadır. Bunun yanı sıra, kardeşi Cemal ile birlikte işletmekte oldukları elektrikçi dükkanını ayakta tutmak için büyük bir çaba sarf etmekte, ancak borç yükü altında ezilmektedirler. Sorunlarından kaçış yolu olarak Samsun'daki gece kulüplerine gitmeyi seçen Celal, bu gecelerde kendini kaybetmektedir. Bir gece kulübünde çalışan Sibel Ceylan'a aşık olan Celal, bu yeni duygusunun onu tehlikeli bir yola sürükleyeceğinden habersizdir. Sibel'e olan ilgisi, onu karmaşık bir duruma sokacak ve hayatında beklenmedik değişikliklere yol açacaktır. Bu sırada Sevilay, Almanya'da yaşayan babasından bir miktar para alır ve bu durumu kocasından gizlemeyi tercih eder. Ancak Celal, bu paranın varlığından haberdar olur ve bunu bir kurtuluş fırsatı olarak görmeye başlar.

Akın'ın yaşamı, annesinin kaybıyla birlikte köklü bir değişim geçirir ve onu İstanbul'un yoksul mahallelerinde kendi başına ayakta kalmaya zorlar. Sert gerçeklerden kaçmak için umutsuzca daha iyi bir yaşam hayali kurar ve sorunları kendi başına çözmeye karar verir. Çalıştığı marangoz atölyesinden çaldığı parayla yeni bir başlangıç yapmayı planlamaktadır. Ancak, kız arkadaşı Deniz'in bu planı alay konusu yaparak onu terk etmesi, Akın'ı seçeneklerini yeniden gözden geçirmeye zorlar. Tam bu dönemde, arkadaşı İdris ona hayatını köklü bir şekilde değiştirebilecek cazip bir teklif sunar. Eski yaşamını geride bırakmaya kararlı olan Akın, yeni bir başlangıç yapma fırsatını yakalar.